barselona barselona
- Üşengeç misiniz? Önceden uyarayım çenem düşük. Siz madem sadece göz gezdireceksiniz o zaman renkli ve altı çizili yerleri okuyun size
yeter! En sonda bulunan görülmesi gereken yerler, yenilmesi gereken yemekler, yapılması gereken işlere de göz gezdirirseniz sizin için Barselona hakkında genel bir bilgiye sahip olmak açısından gayet yeterli olacaktır. -
yeter! En sonda bulunan görülmesi gereken yerler, yenilmesi gereken yemekler, yapılması gereken işlere de göz gezdirirseniz sizin için Barselona hakkında genel bir bilgiye sahip olmak açısından gayet yeterli olacaktır. -
Çalışmaya başladık, maaşlar aldık, sevinçliyiz, bunu bir de izin ile taçlandırmak bir yerlere gitmek lazım pek tabii..
Biz de dedik kısa bir izin olsun bu ilk sene ve 3 gün (Cuma-Pazartesi-Salı)iznimizi alıp 5 günlüğüne, 22 Haziran Perşembe sabaha karşı 6’da Atatürk Havalimanı’ndan Roma aktarmalı şekilde Barselona’ya gittik.
Her nedense küçüklüğümden beri aktarmalara bayılırım. Hatta mümkünse aktarma böyle 8-9 saatlik olsun ve çıkıp o şehir de gezilsin isterim. Buna vakit olmasa bile o ülkeye ait ürünlerin yer aldığı lokal havalimanı dükkanları bile beni mutlu etmeye yeter. Nitekim bu tatilde de harcayacak vaktimiz pek kısıtlı olduğu için aktarmamızı kısa tuttum ve 50 dakikada ancak pasaport kontrolden geçip, 1-2 dükkana bakıp, uçağımıza binebildik. Roma’da renkli makarnalardan almak, bir mozarellalı-fesleğenli sandviç yemek ve bir latte içmek bile beni mutlu etti..
Neyse saat 10.30 civarı Barselona El Prat havalanına indik, birlikte tatil yapacağımız arkadaşlarımız Lyon’dan gelmelerine rağmen aynı saatte havalanında oldular ve hemen buluşup trene bindik.
Burada ilk ve en önemli iki UYARIMI yapmamda fayda var:
Barselona, bir çok şehirde yaptıkları gibi (Londra – Paris) bölgelere ayrılmışve havalanı da şehrin 1. Bölgesi içince kaldığından alacağınız ulaşım kartıyalnızca şehir merkezine ulaşmanızı sağlamayacak aynı zamanda şehirde de geçerli olacak. Bu sebeple dilerseniz günlük, dilerseniz bir kaç günlük bilet alın ama SAKIN SAKIN oradaki görevlilere sorup da yanılmayın. Şahsen biz bu hataya düştük ve havalanından istasyona (Sants Estacio) 2’şer euroya aldığımız biletler ile gittikten sonra, bize biletlerimizin metroda geçerli olmadığını,yalnızca tren bileti olduğunu
söylediler ve tekrardan bir de metro bileti aldık 2’şer euroya ve 16 Euro’ya otelimize vardık. Oysa 10 binişlik kart (9.38 Euro)almış olsaydık 1 saat içinde yapacağımız metro girişi de aktarma sayılacağından sadece ve sadece 4 kişi için 4 biniş harcayacak 6 hakka daha sahip olacaktık.. Kısacası siz siz olun hemen tüm şehir içi ulaşımda geçen“Zone 1”kartından alın, benim nacizane önerim de 10’lu biniş kartı. Gerçekten yeterli oluyor.
Gelelim ikinci UYARIYA : SAKIN SAKIN SAKIN çantalarınızı göz önünden hatta el altından ayırmayın.
Biz trene bindik, benim elim çantamın üzerindeydi, Barış bana fısıldayarak birşey söyledi, duyamadığım için iki saniye elimi çantamın üzerinden çekip, Barış'a yaklaştım, zaten o da aynı şeyi söyleyecekmiş: “Dikkat edin, çok kalabalık, herkes iç içe, bu şehirde
hırsızlık çok oluyor.” dedi,“tabi tabi” dememe kalmadan arkamı bir döndüm adam çantamı açmış, dipteki cüzdanımı bulmuş ve hırkasının altından cüzdanımı tutmuş (!) O şokla içimdeki Türk dışarı çıktı ve gayet Türkçe bir şekilde “OHAAAAA!!!! Sen ne yaptığınızannediyorsun be,şşşşşşşşşşşş” diyip adamın eline vurmaya başladım.. Küçük çocuklara anneleri yaparya bıraksınlar tuttukları “yaramaz” şeyi diye, aynen öyle vurdum. Adam gayet küstah bir şekilde etrafına bakıp, bu ne diyor hiç anlamıyorum, beni suçluyor durup dururken ama bu kalabalıkta başka şansım yok tabiki dibinde durucam ne acaip kız, ne kadar ayıp havasında bir gösteri patlattı, ama allahtan orada dilim açıldı da “watch your bags (çantalarınıza dikkat edin.)”diyebildim insanlara. Ara ara hala adama bakıp Türkçe söyleniyordum ama artık bu hepimize komik gelmeye başlamıştı, gerçi benim hala elim kolum da titriyordu bir yandan..
Biz de dedik kısa bir izin olsun bu ilk sene ve 3 gün (Cuma-Pazartesi-Salı)iznimizi alıp 5 günlüğüne, 22 Haziran Perşembe sabaha karşı 6’da Atatürk Havalimanı’ndan Roma aktarmalı şekilde Barselona’ya gittik.
Her nedense küçüklüğümden beri aktarmalara bayılırım. Hatta mümkünse aktarma böyle 8-9 saatlik olsun ve çıkıp o şehir de gezilsin isterim. Buna vakit olmasa bile o ülkeye ait ürünlerin yer aldığı lokal havalimanı dükkanları bile beni mutlu etmeye yeter. Nitekim bu tatilde de harcayacak vaktimiz pek kısıtlı olduğu için aktarmamızı kısa tuttum ve 50 dakikada ancak pasaport kontrolden geçip, 1-2 dükkana bakıp, uçağımıza binebildik. Roma’da renkli makarnalardan almak, bir mozarellalı-fesleğenli sandviç yemek ve bir latte içmek bile beni mutlu etti..
Neyse saat 10.30 civarı Barselona El Prat havalanına indik, birlikte tatil yapacağımız arkadaşlarımız Lyon’dan gelmelerine rağmen aynı saatte havalanında oldular ve hemen buluşup trene bindik.
Burada ilk ve en önemli iki UYARIMI yapmamda fayda var:
Barselona, bir çok şehirde yaptıkları gibi (Londra – Paris) bölgelere ayrılmışve havalanı da şehrin 1. Bölgesi içince kaldığından alacağınız ulaşım kartıyalnızca şehir merkezine ulaşmanızı sağlamayacak aynı zamanda şehirde de geçerli olacak. Bu sebeple dilerseniz günlük, dilerseniz bir kaç günlük bilet alın ama SAKIN SAKIN oradaki görevlilere sorup da yanılmayın. Şahsen biz bu hataya düştük ve havalanından istasyona (Sants Estacio) 2’şer euroya aldığımız biletler ile gittikten sonra, bize biletlerimizin metroda geçerli olmadığını,yalnızca tren bileti olduğunu
söylediler ve tekrardan bir de metro bileti aldık 2’şer euroya ve 16 Euro’ya otelimize vardık. Oysa 10 binişlik kart (9.38 Euro)almış olsaydık 1 saat içinde yapacağımız metro girişi de aktarma sayılacağından sadece ve sadece 4 kişi için 4 biniş harcayacak 6 hakka daha sahip olacaktık.. Kısacası siz siz olun hemen tüm şehir içi ulaşımda geçen“Zone 1”kartından alın, benim nacizane önerim de 10’lu biniş kartı. Gerçekten yeterli oluyor.
Gelelim ikinci UYARIYA : SAKIN SAKIN SAKIN çantalarınızı göz önünden hatta el altından ayırmayın.
Biz trene bindik, benim elim çantamın üzerindeydi, Barış bana fısıldayarak birşey söyledi, duyamadığım için iki saniye elimi çantamın üzerinden çekip, Barış'a yaklaştım, zaten o da aynı şeyi söyleyecekmiş: “Dikkat edin, çok kalabalık, herkes iç içe, bu şehirde
hırsızlık çok oluyor.” dedi,“tabi tabi” dememe kalmadan arkamı bir döndüm adam çantamı açmış, dipteki cüzdanımı bulmuş ve hırkasının altından cüzdanımı tutmuş (!) O şokla içimdeki Türk dışarı çıktı ve gayet Türkçe bir şekilde “OHAAAAA!!!! Sen ne yaptığınızannediyorsun be,şşşşşşşşşşşş” diyip adamın eline vurmaya başladım.. Küçük çocuklara anneleri yaparya bıraksınlar tuttukları “yaramaz” şeyi diye, aynen öyle vurdum. Adam gayet küstah bir şekilde etrafına bakıp, bu ne diyor hiç anlamıyorum, beni suçluyor durup dururken ama bu kalabalıkta başka şansım yok tabiki dibinde durucam ne acaip kız, ne kadar ayıp havasında bir gösteri patlattı, ama allahtan orada dilim açıldı da “watch your bags (çantalarınıza dikkat edin.)”diyebildim insanlara. Ara ara hala adama bakıp Türkçe söyleniyordum ama artık bu hepimize komik gelmeye başlamıştı, gerçi benim hala elim kolum da titriyordu bir yandan..
Biraz dinlenmiş gibi yaptıktan sonra çıktık ve sonradan fark ettiğimiz üzere Sants Estacio’ya doğru yürüdük, oradan Miro’nun
Kadın ve Kuş adlı eserini görüp, Arena alışveriş merkezine geldik. Arena'da pek bir şey yok! Bu bölge Plaza Espanya’ymış,
öğrendik. Burada Barselona’da ki en iyi keşfimiz olan “Tapa Tapa” zincir restoranı ile tanıştık. Kesinlikle yediğimiz en iyi
Patatas Bravas burada yapılıyordu. Neredeyse tüm tapa’ları beğendik diyebilirim. En azından denediklerimizin hepsini çok beğendik. Burada yer alan Caixa Forum’uziyaret ettik ve gecesi sulu ve ışık gösterileri ile meşhur olan Font Magica’ya doğru Montjuic bölgesine ilerlerdik. Merdivenlerden MNAC: Modern Sanat Müzesi’ne çıktık. Oradan yollar içinde kaybolup, Miro Müzesine gidip, oradan da bizi tırmandığımız bu tepelerden insanlık seviyesine indireceği umudu ile teleferiğe bindik. Peki ne mi oldu? 4kişi için 27 Euro ödüyoruz ve daha da tepede bulunan Kale’ye vardık. Kale dönüşü yürümek gibi bir hataya düştük. Aman denemeyin, çok yorucu!
Ulaşım bu bölgede biraz sıkıntılı o yüzden mutlaka nasıl ulaşacağınıza karar vererek gidin, oralarda sefil olmayın. Biz ortopedik Birkenstock terliklerimizle bile başaramadık, parmak arası terlikle ya da babetle gidildiğini hayal bile edemiyorum! Ayağa inen karasuyu görürsünüz bence
o zaman..
Yeter söylendim : Miro’ya mutlaka gidilmeli - Fundacio Joan Miro - (dediğim gibi hemen karşısında teleferik var o şekilde ulaşmak akıllıca olabilir, tabi fiyatlara dikkat!), çevresinde bulunan parklarda mutlaka kaybolup, gezilmeli.. Kale’den şehrin tamamı gözüküyor, bu sebeple sanırım oraya da gitmelisiniz..
MNAC; milli sanat müzesi diyebiliriz kötü bir tercüme ile, binasının ihtişamı içeride de hüküm sürüyor, dolayısıyla bence vaktiniz varsa burayı da bir güzel gezin. Palau Nacional’e çıkan bahçenin alt tarafında ünlü mimar Ludwig Mies van der Rohe’nin 1929 Uluslararası
Barselona Fuarı için tasarladığı Pavillon Barcelona var, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir bina. Bir mimar var aramızda ve
kendini şehirde bizi mimarlık konusunda bol bol bilgilendirerek gösteriyor bu tatil..
Kadın ve Kuş adlı eserini görüp, Arena alışveriş merkezine geldik. Arena'da pek bir şey yok! Bu bölge Plaza Espanya’ymış,
öğrendik. Burada Barselona’da ki en iyi keşfimiz olan “Tapa Tapa” zincir restoranı ile tanıştık. Kesinlikle yediğimiz en iyi
Patatas Bravas burada yapılıyordu. Neredeyse tüm tapa’ları beğendik diyebilirim. En azından denediklerimizin hepsini çok beğendik. Burada yer alan Caixa Forum’uziyaret ettik ve gecesi sulu ve ışık gösterileri ile meşhur olan Font Magica’ya doğru Montjuic bölgesine ilerlerdik. Merdivenlerden MNAC: Modern Sanat Müzesi’ne çıktık. Oradan yollar içinde kaybolup, Miro Müzesine gidip, oradan da bizi tırmandığımız bu tepelerden insanlık seviyesine indireceği umudu ile teleferiğe bindik. Peki ne mi oldu? 4kişi için 27 Euro ödüyoruz ve daha da tepede bulunan Kale’ye vardık. Kale dönüşü yürümek gibi bir hataya düştük. Aman denemeyin, çok yorucu!
Ulaşım bu bölgede biraz sıkıntılı o yüzden mutlaka nasıl ulaşacağınıza karar vererek gidin, oralarda sefil olmayın. Biz ortopedik Birkenstock terliklerimizle bile başaramadık, parmak arası terlikle ya da babetle gidildiğini hayal bile edemiyorum! Ayağa inen karasuyu görürsünüz bence
o zaman..
Yeter söylendim : Miro’ya mutlaka gidilmeli - Fundacio Joan Miro - (dediğim gibi hemen karşısında teleferik var o şekilde ulaşmak akıllıca olabilir, tabi fiyatlara dikkat!), çevresinde bulunan parklarda mutlaka kaybolup, gezilmeli.. Kale’den şehrin tamamı gözüküyor, bu sebeple sanırım oraya da gitmelisiniz..
MNAC; milli sanat müzesi diyebiliriz kötü bir tercüme ile, binasının ihtişamı içeride de hüküm sürüyor, dolayısıyla bence vaktiniz varsa burayı da bir güzel gezin. Palau Nacional’e çıkan bahçenin alt tarafında ünlü mimar Ludwig Mies van der Rohe’nin 1929 Uluslararası
Barselona Fuarı için tasarladığı Pavillon Barcelona var, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir bina. Bir mimar var aramızda ve
kendini şehirde bizi mimarlık konusunda bol bol bilgilendirerek gösteriyor bu tatil..
Ertesi gün sabaha Picasso müzesi ile başladık. Müze gerçekten harikaydı. Evet, eksik eserler var tabi dünyanın dört bir yanına dağıldığı için, Guernica yakın da aslında, zamanınız varsa Madrid’de gezip Reina Sofia’da da Guernica’yıgörebilirsiniz. Aklıma gelmişken New York’ta bulunan MoMa da bana ilk Picasso vizyonu kazandıran müzelerden biridir ama burada diğer müzelerde sahip olamayacağınız bir Picasso
vizyonu kazandırıyorsunuz ve onu anlıyorsunuz! 14 yaşında yaptığıharikulade yatakta hasta kadın göreceğiniz bir yağlı boya tablosu ile başlıyor herşey ve Picasso’nun nasıl klasik tüm yollardan geçtikten sonra kübik resimler yapmaya başladığını görüyorsunuz. Şahsen ben daha önce “bunun neresi kuş?”tarzı sorduğum sorulara yanıt buldum ve Picasso’nun eserlerine Picasso’nun gözünden bakmayı öğrendim. Gerçekten neyi, nasıl çizmiş çok rahat algılar ve eskiye nazaran daha da hayran kalır oldum..
25 yaşının altında ki tüm gençlere girişte indirim uygulanıyor, dolayısıyla kimliklerinizi unutmayın! Ayrıca öğrenciyseniz, dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka öğrenci kimliğiniz yanınızda dolaşın, bir çok indirim ve ayrıcalık oluyor. Barselona’da da müzelerin hepsinde öğrenci
indirimi vardıdiyebilirim.
Evet, Picasso müzesi şehrin El Born, Barri Gotik bölgesinde bulunuyor. Burada binalar Gotik, sokaklar dar ve karanlık, “street art” dediğimiz duvar boyama sanatına daha çok rastlanıyor. Sürekli siesta (İspanyol’ların meşhur öğle uykuları) halinde olmaları nedeni ile kapatılan dükkanların kepenkleri yaptıkları işlere göre boyanmış..
Buradan denize doğru devam ediyoruz.. El born'daki büyük postane binasının yanından çıkıyoruz ve Katedral del Mar‘ın etrafında geziniyoruz. Colombus heykelivar yolda. Marinaya gidiyoruz. Marina’da bulunan MareMagnum alışveriş merkezine dalıyoruz. Girişte yine bir Tapa Tapa. Bu tatil boyunca o kadar az alışveriz yapıyorum ki kendime inanamıyorum! Burası alışveriş yaptığım tek yer neredeyse.. Keyifli bir bina, tasarımı güzel, dışarıda oturulacak yerlerin manzarasıharika, restoranlar şık, manzaralı, teras katı Barselona’nın en iyi manzara noktalarından biri olarak ünlü falan.. Ayrıca şehrin diğer yerlerinin aksine burası Pazar günleri de açık. Bir de burada bulunan akvaryum da çok meşhur ve güzel bir yer, eğer girmek isterseniz iyi midir diye şüpheye düşmeyin hemen girin içeri!
MareMagnum’dan çıktıktan sonra güzel sahil Barceloneta’ya doğru yürüyoruz. Miro’nun hemen güzel bir heykeli var yol kenarında. Ana cadde’den ara bir sokağa giriyoruz, kestirme olduğunu düşünerek, nitekim öyle, ama o sırada aramızdan çok doğru bir yorum geliyor:
“Burası aynı KUMBURGAZ!”. Herkes balkonlardan kuruması için kıyafetlerini, iç çamaşırlarını asmış, sokakta top oynayan çocuklar, onlara pencereden içeri gir, terli terli soğuk su içme diye bağırdığına kanaat getirdiğimiz anneleri, kıraathane benzeri cafe/barlarda oturan erkekler, bir de bugün İtalya – İspanya maçı yok mu, tam oluyor, maç izleyen erkekler.
Deniz güzel, ne çok soğuk, ne bunaltıyı alamayan o sıkıcı denizler gibi sıcak.. Kum tane tane – pul pul, ben öyle severim, çöl kumu gibi! Sahil çok kalabalık, herkes şemsiyesini almış gelmiş. Bir şeyler içiyorlar, muhabbet ediyorlar, denize girip çıkıyorlar, burada hayat pek keyifli... Sahilde adı olmadığınıdüşündüğüm, örümcek ağına benzeyen, çocukların oyun oynadığı, tırmandığıyere tırmanıyoruz bizde.. Bu iş eğlenceli! Ayrıca sahilin Barceloneta başında alman sanatı Rebecca Horn'un 'Homenatge a la Barceloneta' adında, eğri ve üst üste duran küplerden gibi gözüken eseri sahilin Port Olimpic’e yakın kısmında ise hemen kumarhanenin (Casino) orada Frank Gehry'nin meşhur modern balığı 'Peix d'Or' yer alıyor. Güzel restaurantlar, cafeler ve bir de yolun ilerisinde yine marina kenarında bir lunapark bulunuyor. Kumar için, keyifli bir gün batımı için, güneşlenmek için, kışın ağırlığını atmak için doğru adres burası.
vizyonu kazandırıyorsunuz ve onu anlıyorsunuz! 14 yaşında yaptığıharikulade yatakta hasta kadın göreceğiniz bir yağlı boya tablosu ile başlıyor herşey ve Picasso’nun nasıl klasik tüm yollardan geçtikten sonra kübik resimler yapmaya başladığını görüyorsunuz. Şahsen ben daha önce “bunun neresi kuş?”tarzı sorduğum sorulara yanıt buldum ve Picasso’nun eserlerine Picasso’nun gözünden bakmayı öğrendim. Gerçekten neyi, nasıl çizmiş çok rahat algılar ve eskiye nazaran daha da hayran kalır oldum..
25 yaşının altında ki tüm gençlere girişte indirim uygulanıyor, dolayısıyla kimliklerinizi unutmayın! Ayrıca öğrenciyseniz, dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka öğrenci kimliğiniz yanınızda dolaşın, bir çok indirim ve ayrıcalık oluyor. Barselona’da da müzelerin hepsinde öğrenci
indirimi vardıdiyebilirim.
Evet, Picasso müzesi şehrin El Born, Barri Gotik bölgesinde bulunuyor. Burada binalar Gotik, sokaklar dar ve karanlık, “street art” dediğimiz duvar boyama sanatına daha çok rastlanıyor. Sürekli siesta (İspanyol’ların meşhur öğle uykuları) halinde olmaları nedeni ile kapatılan dükkanların kepenkleri yaptıkları işlere göre boyanmış..
Buradan denize doğru devam ediyoruz.. El born'daki büyük postane binasının yanından çıkıyoruz ve Katedral del Mar‘ın etrafında geziniyoruz. Colombus heykelivar yolda. Marinaya gidiyoruz. Marina’da bulunan MareMagnum alışveriş merkezine dalıyoruz. Girişte yine bir Tapa Tapa. Bu tatil boyunca o kadar az alışveriz yapıyorum ki kendime inanamıyorum! Burası alışveriş yaptığım tek yer neredeyse.. Keyifli bir bina, tasarımı güzel, dışarıda oturulacak yerlerin manzarasıharika, restoranlar şık, manzaralı, teras katı Barselona’nın en iyi manzara noktalarından biri olarak ünlü falan.. Ayrıca şehrin diğer yerlerinin aksine burası Pazar günleri de açık. Bir de burada bulunan akvaryum da çok meşhur ve güzel bir yer, eğer girmek isterseniz iyi midir diye şüpheye düşmeyin hemen girin içeri!
MareMagnum’dan çıktıktan sonra güzel sahil Barceloneta’ya doğru yürüyoruz. Miro’nun hemen güzel bir heykeli var yol kenarında. Ana cadde’den ara bir sokağa giriyoruz, kestirme olduğunu düşünerek, nitekim öyle, ama o sırada aramızdan çok doğru bir yorum geliyor:
“Burası aynı KUMBURGAZ!”. Herkes balkonlardan kuruması için kıyafetlerini, iç çamaşırlarını asmış, sokakta top oynayan çocuklar, onlara pencereden içeri gir, terli terli soğuk su içme diye bağırdığına kanaat getirdiğimiz anneleri, kıraathane benzeri cafe/barlarda oturan erkekler, bir de bugün İtalya – İspanya maçı yok mu, tam oluyor, maç izleyen erkekler.
Deniz güzel, ne çok soğuk, ne bunaltıyı alamayan o sıkıcı denizler gibi sıcak.. Kum tane tane – pul pul, ben öyle severim, çöl kumu gibi! Sahil çok kalabalık, herkes şemsiyesini almış gelmiş. Bir şeyler içiyorlar, muhabbet ediyorlar, denize girip çıkıyorlar, burada hayat pek keyifli... Sahilde adı olmadığınıdüşündüğüm, örümcek ağına benzeyen, çocukların oyun oynadığı, tırmandığıyere tırmanıyoruz bizde.. Bu iş eğlenceli! Ayrıca sahilin Barceloneta başında alman sanatı Rebecca Horn'un 'Homenatge a la Barceloneta' adında, eğri ve üst üste duran küplerden gibi gözüken eseri sahilin Port Olimpic’e yakın kısmında ise hemen kumarhanenin (Casino) orada Frank Gehry'nin meşhur modern balığı 'Peix d'Or' yer alıyor. Güzel restaurantlar, cafeler ve bir de yolun ilerisinde yine marina kenarında bir lunapark bulunuyor. Kumar için, keyifli bir gün batımı için, güneşlenmek için, kışın ağırlığını atmak için doğru adres burası.
Ertesi gün geliyoruz Park Güell’e ve oradan da La Rambla’ya: La Rambla her şehrin meşhur bir ana caddesi vardır ya işte o. Burada en çok Plaça Reial’i beğeniyorum. Çok güzel bir meydan. Yemek yemek için çok uygun bir seçim! Akşamları gösteriler olabiliyor, en azından biz 2 keresinde de denk geldik. Ayrıca burada Flamenko Dans gösterisine de gidebilirsiniz. İddiaya göre gecenin ilk gösterisinde henüzısınmamış oluyorlar, ikinci de tam kıvamında ve son gösteride ise yorgun.. Plaça Reial'den biraz Gotik bölgeye doğru yürürseniz orada da Katedral var. Reial'den Katedral'e gelen bu sokaklar gayet keyifli küçük küçük bir çok dükkanın yer aldığı bir bölge ve benim de alışveriş için tavsiyem !
Biraz yukarıda Passeig de Gracia var, gittiyseniz bir Londra’nın Bond street’i, bir Paris’in Champs-Elysées’si ve Avenue Montaigne’i, Roma’nın Via del Corso’su,İstanbul’un Abdi İpekçi’si, Bağdat caddesi.. İşte öyle şaşalı markaları istiyorsanız doğru adres Passeig de Gracia. Burberryler, Miu Miular, Louis Vouittonlar herkesler burada..
Passeig de Gracia üzerinde Gaudi’nin iki harika eseri birden yer alıyor, Casa Batlló (yanında kendisi kadar harika olmasa da yine de bir mimari şaheser sayılabilecek) Casa Amatller) ve Casa Milà bildiğinizi düşündüğüm adıyla La Pedrera. Bunlar bu şehrin ne olursa olsun görmeden
dönmeyinleri! Akşamüstü içlerini gezdikten sonra, akşamüstü çatıda canlı müzik eşliğinde gün batımı ve içki servisinden yararlanmanın bedeli ise 2012 yaz fiyatıyla 30 Euro, hem Batllo’nun hem de Pedrera’nın böyle bir hizmeti var. İlgilenir misiniz bilmem! Gündüz girişleri bu fiyatın yarısı kadar ancak ne cazz, ne içki, ne de gün batımı var =)
Sonrasında Sagrada Familia’yı görüyoruz. Fazla söze gerek yok, dünyaca takdir edilen bir şaheser.. Yaptığıküçük küçük detaylar gerçekten inanılmaz! Arka tarafının yapımı hala devam ediyor ve Gaudi'nin ölümünün 100. yılında yani 2026'da tamamlanması bekleniyor. Gerçekten Gaudi'nin yaptığının yanında bu tamamlamalar, yine çok önemli bir mimar tarafından yapılsa da, bakmaya bile değmez denecek kadar anlamsız kalıyor. Gaudi 10 Haziran 1926'da Gran Via de les Corts Catalanes caddesinde yürürken tramvay çarpması sonucunda ölüyor ve Sagrada Familia'ya gömülüyor. Ancak günümüzde yaptığı esere; Sagrada Familia'ya uzaktan bakmak isterken yoldan geçen bir otobüsün kendisine çarpması sonucunda hayatını kaybettiği şeklinde etkileyici bir hikayeden bahsediliyor.
Son gün önce Barselona'nın stadına gidiyoruz, Nou Camp. Sonra erkekleri orada yaşadıklarımutlulukla başbaşa bırakıp, biz iki kız bir
önceki gece çok beğendiğimiz Palau de la Música Catalana'ya gidiyoruz. İçerisi çok ihtişamlı. Giriş öğrencilere 7 diğer herkese 14 Euro. Öğrenci değilseniz biraz pahalı gelebilir, haklısınız. Belki bir konsere denk gelirseniz ona bilet almak daha akıllıca olabilir. Ama öğrenci iseniz girin mutlaka.. Konserlerde insanlar etrafa çok bakıyormuş, içeride bulunan detaylar yüzünden..
Biraz yukarıda Passeig de Gracia var, gittiyseniz bir Londra’nın Bond street’i, bir Paris’in Champs-Elysées’si ve Avenue Montaigne’i, Roma’nın Via del Corso’su,İstanbul’un Abdi İpekçi’si, Bağdat caddesi.. İşte öyle şaşalı markaları istiyorsanız doğru adres Passeig de Gracia. Burberryler, Miu Miular, Louis Vouittonlar herkesler burada..
Passeig de Gracia üzerinde Gaudi’nin iki harika eseri birden yer alıyor, Casa Batlló (yanında kendisi kadar harika olmasa da yine de bir mimari şaheser sayılabilecek) Casa Amatller) ve Casa Milà bildiğinizi düşündüğüm adıyla La Pedrera. Bunlar bu şehrin ne olursa olsun görmeden
dönmeyinleri! Akşamüstü içlerini gezdikten sonra, akşamüstü çatıda canlı müzik eşliğinde gün batımı ve içki servisinden yararlanmanın bedeli ise 2012 yaz fiyatıyla 30 Euro, hem Batllo’nun hem de Pedrera’nın böyle bir hizmeti var. İlgilenir misiniz bilmem! Gündüz girişleri bu fiyatın yarısı kadar ancak ne cazz, ne içki, ne de gün batımı var =)
Sonrasında Sagrada Familia’yı görüyoruz. Fazla söze gerek yok, dünyaca takdir edilen bir şaheser.. Yaptığıküçük küçük detaylar gerçekten inanılmaz! Arka tarafının yapımı hala devam ediyor ve Gaudi'nin ölümünün 100. yılında yani 2026'da tamamlanması bekleniyor. Gerçekten Gaudi'nin yaptığının yanında bu tamamlamalar, yine çok önemli bir mimar tarafından yapılsa da, bakmaya bile değmez denecek kadar anlamsız kalıyor. Gaudi 10 Haziran 1926'da Gran Via de les Corts Catalanes caddesinde yürürken tramvay çarpması sonucunda ölüyor ve Sagrada Familia'ya gömülüyor. Ancak günümüzde yaptığı esere; Sagrada Familia'ya uzaktan bakmak isterken yoldan geçen bir otobüsün kendisine çarpması sonucunda hayatını kaybettiği şeklinde etkileyici bir hikayeden bahsediliyor.
Son gün önce Barselona'nın stadına gidiyoruz, Nou Camp. Sonra erkekleri orada yaşadıklarımutlulukla başbaşa bırakıp, biz iki kız bir
önceki gece çok beğendiğimiz Palau de la Música Catalana'ya gidiyoruz. İçerisi çok ihtişamlı. Giriş öğrencilere 7 diğer herkese 14 Euro. Öğrenci değilseniz biraz pahalı gelebilir, haklısınız. Belki bir konsere denk gelirseniz ona bilet almak daha akıllıca olabilir. Ama öğrenci iseniz girin mutlaka.. Konserlerde insanlar etrafa çok bakıyormuş, içeride bulunan detaylar yüzünden..
Gece internetten yaptığımız araştırmalar sonucunda Apollo ve Razzmatazz arasında kalıyoruz, Apollo’da önceden bilet alınması gerektiği iddia edilen bir etkinlik olduğu için Razzmatazz’a gidiyoruz.İçeri girmeden Jean Nouvel’in şehrin simgeleri arasına girmiş Torre Agbar‘ına uzaktan bir bakıyoruz, Monjuic’ten de bakmıştık, sanırım yeterli olmuştur.
son olarak
MACBA, Museo de Art Comtemprorano de Barcelona, buranın çağdaş-modern sanatlar müzesi. Bence buraya da zaman ayırabilirsiniz. Görmeye değer.
Santa Caterina ve La Bouqeria, Caterina çatısı ile meşhur. Hemen GoCar'ın karşısında, katedrale çok yakın. İçerisinde önerebileceğim bir restaurant ve bir kaç meyve - sebze satış standı var. La Bouqeria ise kocaman bir hal. Meyve - sebze - et - balık pazarı. Çevresinde bunların pişirilerek sunulduğu, restaurant ya da büfe tipi yerler de var.
El Corte Inglez buranın en büyük karışık markalar satan mağazası, her şeylerden satıyor bizim Beymen gibi hayal edin girişte
makyaj ve parfümeri ürünleri, sonra her katta ayakkabılar, kadın-erkek-çocuk kıyafet katları falan..
Desigual buranın en meşhur giyim markası. Bir şey almasanız bile girip içeriyi dolaşın, gerçekten değişik bir dekorasyonu var ve tasarımlar da acaip.
Ronda de Universitat’da alışveriş için önerilir. Top shop'lı girişten tanıyabilirsiniz, büyük bir alışverişnerkezi tam La Ramla'dan Catalunya meydanına varınca.
Biz bir de son gün bir saat GOCAR yapıyoruz. Biraz pahalı ama cok eglenceli, ilgilenene önerilir !
Santa Caterina ve La Bouqeria, Caterina çatısı ile meşhur. Hemen GoCar'ın karşısında, katedrale çok yakın. İçerisinde önerebileceğim bir restaurant ve bir kaç meyve - sebze satış standı var. La Bouqeria ise kocaman bir hal. Meyve - sebze - et - balık pazarı. Çevresinde bunların pişirilerek sunulduğu, restaurant ya da büfe tipi yerler de var.
El Corte Inglez buranın en büyük karışık markalar satan mağazası, her şeylerden satıyor bizim Beymen gibi hayal edin girişte
makyaj ve parfümeri ürünleri, sonra her katta ayakkabılar, kadın-erkek-çocuk kıyafet katları falan..
Desigual buranın en meşhur giyim markası. Bir şey almasanız bile girip içeriyi dolaşın, gerçekten değişik bir dekorasyonu var ve tasarımlar da acaip.
Ronda de Universitat’da alışveriş için önerilir. Top shop'lı girişten tanıyabilirsiniz, büyük bir alışverişnerkezi tam La Ramla'dan Catalunya meydanına varınca.
Biz bir de son gün bir saat GOCAR yapıyoruz. Biraz pahalı ama cok eglenceli, ilgilenene önerilir !